(Makale)İz Bırakan Eğitimicinin Özellikleri ve Mahir İZ Hoca…

0

EĞİTİMDE BİR İZ:

MAHİR İZ

 

Bir eğitim sisteminin kalitesi, öğretmenin kalitesini geçemez…

İnsanları bir şeye inandırmak yahut bir gerçeği, düşünceyi, inancı, değeri, kısaca soyut olanı insanlara daha anlaşılır bir şekilde anlatabilmek, somutlaştırmak için kullanılan en etkili yöntemlerden birisi de biri hikâyelerdir. Hikâyeler, insanların duygu ve düşüncelerini harekete geçirebilecek önemli bir materyaldir. Bir de bu hikâyeler, yaşanmış başarı hikâyeleri olursa şüphesiz daha etkili hâle gelir.

İşte Mahir İz Hoca’nın öğretmenlik hayatı, günümüz öğretmenini motive edecek, bulunduğu konumu yeniden gözden geçirmesini sağlayacak önemli bir başarı hikâyesidir. Şunu iyi biliyoruz ki, bir eğitim sisteminin kalitesi, öğretmenin kalitesini geçemez. Yani sistem ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer öğretmen nitelikli değilse verim elde etmek kolay olmaz. Yahut sistem ne kadar kötü olursa olsun, eğer öğretmen nitelikli ise oradan başarılı bir netice almak mümkündür. İşte Mahir Hoca, bu ikinci hususta önemli bir isimdir. Öğretmenlik yaptığı yıllar içerisindeki her türlü, ekonomik, siyasî, sosyal ve ilmî problemlere rağmen mesleğine odaklanıp gerekli özveri ve gayreti göstererek iyi bir başarı hikâyesi oluşturmuştur. Biz bu kısa yazımızda, Mahir Hoca’mızın hayat hikâyesinde onu başarıya götüren uygulama ve yaklaşımlarının bir kısmını sizinle paylaşacağız. Zira Mahir Hoca ve onun öğretmenlik hayatını anlatmak bu mütevazı yazının sınırlarını fazlasıyla aşmaktadır.

 

Mahir Hoca’nın iz bırakan yaklaşım ve uygulamalarını şu beş madde de özetlemeye çalıştırk.

  1. Adanmış Bir Öğretmen Olmak

Mahir Hoca’nın başarı hikâyesinin arkasındaki birinci unsur, onun mesleği ile ilgili yaklaşımıdır. Hoca, öğretmenliğe büyük bir idealle yaklaşmıştır. Yani Mahir Hoca’nın iyi bir “niçin”i vardır ve bu “niçin” ona “nasıl” yapacağını buldurmuştur.

Bir gün öğrencileri kendisine, “Hocam, neredeyse ailenizden daha çok bizimle vakit geçiriyorsunuz, neden böyle yapıyorsunuz?” diye sorduklarında Mahir İz, “Sizler benim talebemsiniz evladım! Bir hoca için talebe, evlattan daha evlâdır! En hayırlı vâris, talebedir! Evlat, idealini suistimal edebilir; ama talebe etmez! Senin amel-i sâlihini evlattan ziyade talebe devam ettirir. Allah muhafaza buyursun, evlat hayırsız çıkabilir; ama talebenin hayırsız çıkma ihtimali daha azdır.” diyerek öğrencilerine ve mesleğine olan bakış açısını dile getirmiştir. Bu niyet ve yaklaşım beraberinde öğrencileri için yapılan olağanüstü fedakârlıkların kapısını aralamış ve böylece Mahir İz, talebelerinin gönlünde taht kurmuş, onların zihin ve gönül dünyalarında kalıcı izler bırakabilmiştir. Yine onun,  “Dünyaya yeniden gelecek olsam tekrar öğretmen olmak isterdim…” sözünü sık sık tekrar etmesi, vazifesine olan iştiyakının göstergesi olmuştur.

 

  1. Kendini Sürekli Yetiştirmek

Mahir Hoca, babası ve çok kıymetli hocaları sayesinde Arapça, Türkçe ve Farsça’ya vâkıf olmanın yanında,sağlam bir dinî alt yapı ve edebiyat bilgisine sahip olmuştur. Hatta o, dönemindeki edebiyatçılar arasında en mühim simalardan birisidir. Nitekim İbnülemin Mahmud Kemal Bey,  “Son Asır Türk Şâirleri”kitabına koymak üzere onun şiirlerinden örnekler istemişti; fakatMahir Hoca tevazuundan bu isteğe cevap vermemiş ve meseleyi “Yılların İz’i” kitabında şöyle nakletmiştir:  “Son Asır Türk Şâirleri’ne konmak üzere benden vaktiyle yazdığım şiirlerden örnekler istemişti. İhmal ettim. Bir müddet sonra tekrar etti. Derme çatma yazılarımın ismim altında intişârını istemiyordum. Üçüncü mülâkatta ‘Getirmedin mi?’ diye sordu, kızdı, celâllendi ve: ‘Şiir değil söz kırıntısı olmayacak yazıları kitaba geçirmek için tavsiyenâmelerle kapının önünde bekliyorlar, biz de sana yalvarıyoruz, öyle mi?’ dedi. Ben de utandım. Maamafih adımın harf sırası geçti unutturdum.”

Ayrıca Prof. Dr. Tayyib Okiç, Hoca için, “Mâhir Bey’in Eski Türk Edebiyatı dalındaki yeri dünyada önde gelen beş kişi varsa, bunların içinde birinci veya ikinci sıradadır. Daha aşağıya düşmez.” diyerek hocanın bu sahadaki kıymetini bilgi ve kültür derinliğini ortaya koymuştur.

Tüm bu donanım ve bilgi birikimine rağmen Mahir Hoca, kendini sürekli yenilemek ihtiyacı hissetmiş ve hayatının her döneminde “öğrenen bir öğretmen” olmuştur. Prof. Dr. Osman Öztürk Hoca’nın anlattığı şu hadise, onun kendini sürekli yetiştirmesi hususunda güzel bir örnektir:

“Paşabahçe SSK Hastanesi’nde son saatlerini doktorlara göre komada geçirmişti. Benim şahidi olduğum manzara ise onun son saatlerini Kur’an’la geçirdiğini gösteriyordu.

Son gece kendisinden izin alarak eve gitmiştim. Sabahleyin hastaneye geldiğimde kolunda serum, ağzında aspiratör hortumu ve mesanesinde sonda ile perişan bir vaziyette dalgın yatan hocamın başını okşayıp elini öperek selam verdim.

Gözlerini zorlukla yarım açarak şu mısraları mırıldandı:

Geceler encüm sayarım subha dek

                            Ey şeb-i hicrin bana yevmul-hisâb

(Sabaha kadar uyuyamayıp yıldız sayıp durdum. Yanımda bulunmadığın gece bana hesap günü gibi geldi)

Daha sonra tekrar daldı ve gözlerini yumdu. Bir müddet sonra boğuk bir sesle,

“Biliyor musun, sabaha kadar ne ileneyle uğraştım?” dedi.

“Hayırdır inşallah hocam, buyurun söyleyin, dinleyeyim.” dedim.

Sûre-i Şûrâ’nın 8. ayet-i kerimesine işaretle, “Vezzalimûne” kelimesinin başındaki harf-i târif ahd-i zihnî için mi, ahd-i hâricî için mi, hep onunla uğraştım. Şunu bir tefsire bak da bana söyle.” dedi.

Önce başından ayrılmayayım diye üzerinde durmadım. Daha sonra tekrar gözlerini açtığında “Baktın mı?” dedi.

“Hocam, yanınızdan ayrılmamak için bakamadım.” dedim.

“Canım, şu yanımızdaki caminin imamında tefsir vardır. Hemen bak da gel.” dedi.

Gittim, baktım, geldim. Tekrar dalmıştı ve göğsü müthiş hırlıyor, nefesini çok zor alıyordu. Ben bir şey söyleyemedim. O esnada boğuk bir sesle “ah” der gibi oldu.

Kulağına eğildim,

“Hocam, ‘ah’ mı, ‘Allah’ mı?” dedim.

Spor Sergi Sarayı’nda mikrofon kullanma ihtiyacı hissetmeyen o gür sesli hocam, son nefesini teslim etmek üzere olanca gür sesiyle “Allah” dedi. Ağzına pamukla zemzemi damlattım ve “Yâsin”e başladım. Daha sonra derin bir nefes ve gözler tavana dikildi.”

Burada dikkat çeken diğer bir husus da, Mahir Hoca’nın son nefesini bir talebesinin kucağında vermesidir. “Talebe, evlattan evladır…” sözünün hakikatini bizzatyaşadığının en büyük göstergesi, aslında onun son nefesindeki bu hâlidir.

 

  1. Mazeret Tanımamak

Mahir Hoca, Milli Eğitim’den emekli olduktan sonra kendisine Yüksek İslam Enstitüsü’nde hocalık teklif edilmiş ve o da bu teklifi kabul etmiştir. Görev yaptığı yıllarda 12 Mart 1971 Muhtırası gerçekleşmiş ve 12 Mart 1971 Muhtırası’nda emekli olan; fakat yine de fakültelerde derslere giren hocalara tebligat yapılarak, derslerini ücretsiz devam ettireceklerse derslere girmeleri, aksi takdirde evlerine dönmeleri gerektiği bildirilmiştir. Bu karar enstitü idarecileri tarafından Mahir Hoca’ya ulaştırılınca hoca, dönemin yarısında olduklarını, müfredatı tamamlamaları gerektiğini, bu yüzden derslerini yarıda bırakamayacağını beyan ederek yaz tatiline kadar göreve devam edeceğini bildirmiştir. Ve bir dönem boyunca hiçbir ücret almadan derslere devam etmiştir. Bu fedakârlığı yaptığı yıllarda Mahir Hoca 76 yaşındadır ve evden okula gitmek için 3 vasıta değiştirmesi gerekmektedir.

Yine karlı bir kış gününde, sabahın erken saatinde kalkıp okula gitmek için hazırlanan Mahir Hoca’ya hanımı çok kar yağdığını bu havada seferlerin iptal edilmiş olacağını söylemiş, yaşlı ve hasta olması münasebetiyle dışarı çıkmamasını telkin etmiştir. Mahir Hoca belki bir gelen olur ve fakülteye giderim ümidiyle hanımına nazikçe çıkması gerektiğini söyleyerek dışarı çıkmış ve vasıta beklemeye başlamıştır. Uzun bir müddet bekledikten sonra gelen bir vasıta olmayınca Mahir Hoca tekrar evin yolunu tutmuştur.  Hanımı kendisini kapıda karşılayarak,“Hocam, ben size demiştim, fuzuli yoruldunuz.” diye sitem ettiğinde MahirHoca,“Hanım, ben erken kalkıp hazırlanmak ve otobüs durağına giderek beklemek suretiyle fakülteye gitmiş olmanın ve derslerimi yaparak eve geri dönmüş olmanın ecrini aldım Allah’ın izniyle…” diye cevap vermiştir. Bugün şehirlerimizde bir miktar kar yağsa, sabah kalktığımızda ilk yaptığımız iş, haberleri takip ederek okulların tatil olup olmadığını araştırmak oluyor. Hele bir de bu perşembeye denk gelirse daha bir ümitle araştırıyoruz konuyu.

Hocanın mesleğini ifa etmek için karşısına çıkan engelleri bir bir aşmaya çalışmış ve bu konuda mazeret tanımamıştır.

  1. Mezun Etmeyen Öğretmen Olması.

Mahir Hoca’nın talebesi olmuşsanız, ya Mahir Hoca ölene kadar yada siz ölene kadar Mahir Hoca’nın talebesi olmaya devam edersiniz. Hoca, devrindeki iletişim vasıtalarını başarılı bir şekilde kullanarak mezun olan öğrencileriyle sürekli haberleşmiştir. Mektupları ile onları yalnız bırakmamıştır.

Bu mektuplarla öğrencilerini sürekli takip etmiş, onları bulundukları yerlerde daha faydalı olmaları noktasında gayretlendirmiştir. Mektuplarını da bir eğitim vasıtasına dönüştürmüş ve mektuplarında Osmanlı Türkçesi yazısını kullanmıştır.

 

  1. Cömert ve Paylaşan bir Öğretmen

Mahir Hoca, öğretmen olarak yada idareci olarak [gerek öğretmen gerek idareci olarak]bulunduğu eğitim ortamlarının eğitim liderliğini üstlenmiştir. Bu doğal olarak böyle olmuştur; çünkü Mahir Hoca, başarılı bir liderin en önemli ikiözelliği olan “cömertlik ve paylaşım” gibi iki önemli vasfı kendinde toplamıştır. Mahir Hoca, tek maaşla, mütevazı bir hayat yaşamıştır.  Fakat çevresindeki insanlar hocayıhepvarlıklı olarak bilmişlerdir. Çünkü hoca elindeki imkânları öğrencileri ve arkadaşları ile sürekli paylaşmıştır. Hoca bir sohbete davet edildiğinde sohbette ikram edilecek çayı veya çayın yanında ikram edilecek şekeri kendisi götürür, eli boş gitmezdi. Öğrencileri ile postaneye bir mektup yollayacak olsa muhakkak hem bilet hem pul parasını çıkartıp takdim ederdi.

Şu üç şey; “eli, evi ve gönlü” talebelerine sürekli açık olmuştur. Elinin açıklığına en güzel misallerden biri Prof. Dr. Mustafa Uzun Hoca’nın anlattığı şu hadisedir:

Memuriyete ilk başladığımda Mahir İz Hoca’m:

“İlk maaşını aldığında harcamadan bana gel.” demişti. Hocamın teberrük ve yeme içme konularındaki hassasiyetini, zevkini bildiğim için maaşımdan bir kısmıyla kendisi ve yakın arkadaşlarımla bir şeyler yemek ve onun tabiriyle “ârifâne” bir ziyafet tertip etmek manasına gelecek bir şeyler yapacağımızı düşündüm yahut böyle bir şey anladım. Ancak hoca sıkıca tenbih etti:

“Sakın maaşından harcamadan, bir şey almadan gel!”

Vazifeye başladım, iki ay sonra maaşımı aldım. Üç yüz liraya yakın bir para. Götürdüm hocama arz ettim:

“Hepsi bu mu? Say bakalım.”dedi. Üçyüz liraya yakın bir şey çıktı. Hocam gülerek,

“Memuriyete yeni başlayan bir adama bu kadar maaş vermezler. Hem sen ne kadar oldu başlayalı? Bu iki aylık maaşın olmasın?” Düşündüm, başlayalı iki aydan fazla olmuştu.

Hakikaten öyle olduğu anlaşılınca,

“Bunu ikiye böl.” dedi. Böldük ikiye.

“İşte senin maaşın bu!” dedi. Ben atıldım:

“Tamam hocam, mühim değil, maaşımız ne olursa olsun!.. Ne yapalım? Kanlıca’ya mı gidelim, Emirgân’a mı gidelim?” diye sordum.

Ama hoca,

“Bu senin maaşın. Sen bunu on iki ay alacaksın. Benim sana tavsiyem, her maaşını aldığında harcamadan bunun yüzde iki buçuğunu infak et.” dedi.

“Peki hocam…” dedim. Dedim ama, hoca, meseleyi tam manasıyla kavrayamamış olduğumu fark etmiş olacak ki, üstüne basa basa “”Bu senin zekâtın.” diye tekrar etti.

Ama bu sefer de ben şaşırdım. Ayrıca ilahiyat okuduğumdan, zekâtın hangi şartlarda verileceği gibi bazı hususları da biliyoruz tabii… Çekine çekine,

“Hocam,” dedim. “zekât vermek için nisab var! Havl-i hevelân var! Bu şartlar tekemmül etmeden bir memurun aylığından zekât vermesi nasıl olur? Benim bildiğim zekât, birikmiş para nisab miktarına ulaşır, üzerinden bir sene geçerse onun kırkta birini hesap eder verirsin.”

Dedi ki:

“Evladım, o senin dediğin, kitaplarda yazılı olan…”

Hocam, teoriyle pratiği, hayatı bilen, kitabı bilen, ikisini de bilen bir insandı… Devam etti:

“Eğer kitaplarda yazılı olduğu gibi davranırsan, sen memur olarak ömrün boyunca zekât veremezsin… Hiçbir şey veremezsin… Çünkü zaten aldığın maaşla çoğu zaman ay sonunu getiremeyeceksin ki!”

Kendimi alamadan atıldım:

“Hocam, madem ay sonunu getiremeyeceğiz, şimdiden niye bu bana bile yetmeyecek paranın yüzde iki buçuğunu verip birkaç gün daha erken aç kalalım?”

“Oğlum, memlekette o kadar çok fakir fukara var ki, bunlar havl-i havelânı beklerlerse açlıktan ölürler! Ayrıca böyle yaparsan vermeye de alışırsın… Veren el alan elden hayırlıdır!” dedi ve ilave etti: “Ayrıca bu kadar parayı vermek sana hiçbir zaman zor gelmez, hem de seni fazla sıkıntıya sokmaz.”

Uzatmayalım, ben hesap ederken hocam, o gür ve güzel sesi, kendine mahsus vurgulaması ile, “Sen bu parayı hemen mahallendeki fakirlerden birine ver! Her ay başında bunu muhakkak yerine getirmeye gayret et!” diye eklemişti.

Mahir Hoca, evini öğrencileri ile paylaşmıştır. Mahir Hoca’nın hayatta olan öğrencileri ile görüştüğümüzde pek çoğunun Mahir Hoca’nın evinde bir programı olduğunu, evine misafir olduklarını görmekteyiz. Vakıfların, derneklerin yok denecek kadar az olduğu o yıllarda Mahir Hoca evini bir vakıf gibi kullanmıştır. Öğrencilerinden birinin yaz dönemlerinde İstanbul’da staj için kalması gerekmiş ve bu kalışlar birkaç kere Ramazan’a rastlamıştır. Mahir Hoca, Ramazan ayına rastlayan o günlerde evinde misafir ettiği öğrencisi için her sahur vaktinde, içinde kayısı hoşafı ve peynirli börek bulunan bir tepsi hazırlamış ve hazırladığı tepsi ile birlikte öğrencisinin odasına gidip kendisini uyandırmak sureti ile sahur yemeğini ikram etmiştir.

En başta da ifade ettiğimiz gibi, Mahir Hoca’yı bu kısa yazıda her yönüyle anlatmak mümkün değil. Biz onun öğretmenliğini ve talebelerinde nasıl iz bıraktığını anlatmaya çalıştık. Mahir Hoca, mesleğine yüklediği anlam ve bu ideal uğrundaki adanmışlığı ile derslerine girdiği öğrencilerinin gönüllerinde taht kurmuş ve örnek alınan bir insan olmuştur. Bugünün gençlerinin de ihtiyacı olan tarz de bu yöndedir.

İnsanlar genelde isimleri ile müsemma olurlar. Ama Mahir Hoca’mız hem ismi hem de soy ismi ile müsemma olmuş bir kişidir. O, hem mahir bir öğretmendir hem de öğrencilerinin kalpleri ve zihinlerinde derin izler bırakan bir muallimdir.

Şu veciz sözdeki ifadeler Mahir Hoca’nın öğretmenliğini anlama noktasında gayet isabetlidir:

“Sadece eliyle çalışan, ameledir.Eli ve kafası ile çalışan, ustadır.Eli, kafası ve kalbi ile çalışan, sanatkârdır.”

İşte Mahir Hoca, bu sözde de ifade edildiği gibi, hem eliyle hem kafası ile hem de kalbi ile çalışmış ve öğretmenlik mesleğinin sanatkârı olmuştur.

Mahir Hoca’nın karşılaştığım neredeyse tüm öğrencilerinin, hocanın evinde bir hatırası olduğunu gördüm.Ama günümüzün gençleri öğretmenlerinin evinin yolunu bilmiyor. Günümüz gençleri bilgiye ulaşmak için pek çok vasıtaya sahipler.Mesela bir konuyu onlara derslerine giren öğretmenden çok daha iyi anlatacak kişileri rahatlıkla internet ortamında bulabiliyorlar. Ama günümüz gençleri anne ve babalarından bile göremedikleri ilgi, alaka ve babacanlığı görebilecekleri öğretmenlere muhtaçlar. Mahir Hoca’nın talebeleri, Mahir Hoca’da, başka hiçbir yerde bulamayacakları bilgiyi buldukları için onun peşinden gitmediler. Ailesinde bile göremedikleri ilgiyi, merhameti, cömertliği, fedakârlığı Mahir Hoca’larında gördükleri için onun iyi[ve devamlı birer talebesi oldular. Günümüzde bu hassasiyetlerin yeniden gündeme alınması üzerinde ayrıca durulması gerektiğine inanıyoruz.

Öğrencilerimizin neden “Fatih”ler olamayışını değil de, kendimizin “Akşemseddin”ler, “Celalettin Ökten”ler, “Mahir İz”ler gibi olup olmadığımızı yahut olamayacağımızı sorgulamamız bugünün gençlerine yapacağımız en büyük katkı için önemli bir başlangıç olacaktır.

 

Paylaş

Comments are closed.